v02.01.25 Geliştirme Notları
Mü`minûn Sûresi
347
Cuz 18
90﴿ Doğrusu Biz o (şirk koşa)nlara hakk (olan tevhîd ve âhiret inancın)ı getirdik, ama onlar gerçekten (hakkı inkâr içerikli sözler sarf ederken) elbette yalan söyleyen kimselerdir.
91﴿ (Herhangi bir şeye benzemekten son derece mukaddes ve herhangi bir şeye ihtiyaçtan ziyâdesiyle münezzeh olan) Allâh hiçbir çocuk edinmemiştir. Kendisiyle birlikte hiçbir ilâh da mevcut olmamıştır. (Başka ilâhlar olsaydı) o zaman elbette her bir ilâh kendi yaratmış olduğu şeyleri (kendi mülkiyet sahasına) götürürdü ve (mülkünü diğerlerinden ayrı hâle getirirdi, hâl böyle olunca da dünyâ hükümdârları gibi aralarında savaşlar çıkar ve) mutlaka onların bir kısmı diğer bir kısma karşı üstünlük sağlardı. (Bu durumda ise her şeyin yegâne hükümranlığı hiçbirine kalmazdı. Artık) o (müşrik ola)nların (Allâh’a ortak isnâd etme husûsunda Yüce Zâtını) vasıflamakta oldukları (noksanlık ifâde eden) şeylerden Allâh’ı tesbîh ile (tenzîh eder ve uzak tutarım).
92﴿ O tüm görünmeyenleri ve bütün görünenleri bilen (Allâh-u zü’l-Celâl)i (bütün ortaklardan tenzîh ederim)! İşte O (Allâh-u Te‘âlâ), onların ortak koşmakta oldukları şeylerden dâimâ çok yüce olmuştur.
93﴿ (Habîbim! Kâfirlerin korkutulduğu azâbın büyüklüğü karşısında sen bile Bana sığınarak) de ki: “Ey Rabbim! Onların tehdit olunduğu o (korkunç) şeyi ya gerçekten bana gösterecek olursan.
94﴿ Ey Rabbim! O hâlde Sen beni o (şirk koşan) zâlimler topluluğu içinde bırakma(yıp onların arasından çıkar).”
95﴿ (Habîbim!) Zâten şüphesiz Biz onları tehdit etmekte olduğumuz o şeyi sana (şimdi hemen) göstermemize elbette Kādirleriz. (Lâkin kiminin kendisi veyâ nesli îmân edeceğinden, kimi de seninle komşu olduğu için şimdilik azaplarını geciktiriyoruz.)
96﴿ (Habîbim! Dîne bir zarar getirmemek şartıyla) o en kötü olan (inkârcılığ)ı, (onlarla savaş etmekle emrolununcaya kadar) o kendisi en güzel olan (görmezden gelme muâmelesi) ile savuştur. (Zâten) Biz onların (seni) vasıflamakta oldukları (kötü) şeyleri çok iyi biliciyiz! (Biz vakti gelince onları cezâlandıracağız, sen sabretmeye devâm et.)
97﴿ (Habîbim! Seni Benim emirlerime karşı çıkmaya teşvik eden şeytanlardan sığınmak için) de ki: “Ey Rabbim! Şeytanların türlü türlü dürtücü vesveselerinden Sana sığınıyorum.
98﴿ Rabbim! Yine ben (namazda iken, Kur’ân okurken, uyurken ve özellikle son nefeste) o (şeyta)nların benim yanımda bulunmalarından sürekli Sana sığınıyorum.”
99﴿ (O kâfirler şirk koşmayı sürdüreceklerdir.) Nihâyet onların birine ölüm geldiği zaman (yaptıklarına pişmân olarak) der ki: “Ey Rabbim (ve ey ölüm melekleri)! Beni (hayâta) geri çevirin.
100﴿ Ola ki ben, (îmânı) terk etmiş olduğum o yerde (namaz, oruç, hac ve zekât gibi yapmam gereken) sâlih amelleri işlerim.” (Ölürken böyle diyene şöyle cevap verilir:) Hayır! (Onun bu talebi aslâ kabûl görmeyecektir.) Şüphesiz o (hayâta döndürülme talebi uğrunda sarf ettiği laf), (öyle boş) bir sözdür ki, onu sâdece kendisi söyle(yip yine kendisi dinle)yicidir. (Ölümlerinin ardından) onların önlerinde ise, (kabirlerinden) diriltilecekleri o (kıyâmet) gün(ün)e kadar (devâm edecek) bir engel vardır (ki, o ölüm engeli ve kabir âlemi onların tekrar dünyâ hayâtına dönmelerine bir mânî olarak kalacaktır, âhiretteki hayatları ise dünyâdan çok farklı azaplara mahal olacaktır).
101﴿ Nihâyet (İsrâfîl (Aleyhisselâm) tarafından kıyâmetin kopması için) Sûr’un içerisine üfürüldüğü zaman, artık işte o gün (karşılaşacakları zorluktan dolayı) aralarında (dünyâda olduğu gibi) soy(bağ)lar(ının bir faydası) olmayacaktır, onlar birbirlerine de (hâl-hatır) sormayacaklardır.
102﴿ (Habîbim!) Artık kimin tartılan (hayırlı amel ve inanç)ları ağır olursa, işte sana! Ancak onlar (umduklarına kavuşup korktuklarından kurtularak) felâha erenlerin ta kendileridir.
103﴿ Ama kimin (îmânı olmadığı için hiçbir iyiliği ı̂tibâra alınmayarak) tartılan (hayır)ları kıymetsiz olursa, işte sana! Onlar, ancak o kimselerdir ki kendi nefislerini zarara uğratmıştırlar, (üstelik) cehennem içerisinde de ebedî kalıcılardır.
104﴿ O (cehennem) ateş(inin alevleri) onların yüzlerini yakacaktır. Böylece onlar orada (yanmış-yıkılmış ve) dudakları (aşağı yukarı doğru açılıp) dişlerinden çekilmiş (vaziyette sırıtır) kimselerdir.
سُورَةُ الْمُؤْمِنُونَ
الجزء ١٨
٣٤٧
بَلْ اَتَيْنَاهُمْ بِالْحَقِّ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ ﴿٩٠
مَا اتَّخَذَ اللّٰهُ مِنْ وَلَدٍ وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ اِلٰهٍ اِذًا لَذَهَبَ كُلُّ اِلٰهٍ بِمَا خَلَقَ وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ ﴿٩١
عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ۟ ﴿٩٢
قُلْ رَبِّ اِمَّا تُرِيَنّ۪ي مَا يُوعَدُونَۙ ﴿٩٣
رَبِّ فَلَا تَجْعَلْن۪ي فِي الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ ﴿٩٤
وَاِنَّا عَلٰٓى اَنْ نُرِيَكَ مَا نَعِدُهُمْ لَقَادِرُونَ ﴿٩٥
اِدْفَعْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ السَّيِّئَةَۜ نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَصِفُونَ ﴿٩٦
وَقُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاط۪ينِۙ ﴿٩٧
وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ ﴿٩٨
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِۙ ﴿٩٩
لَعَلّ۪ٓي اَعْمَلُ صَالِحًا ف۪يمَا تَرَكْتُ كَلَّاۜ اِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَٓائِلُهَاۜ وَمِنْ وَرَٓائِهِمْ بَرْزَخٌ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ ﴿١٠٠
فَاِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ فَلَٓا اَنْسَابَ بَيْنَهُمْ يَوْمَئِذٍ وَلَا يَتَسَٓاءَلُونَ ﴿١٠١
فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿١٠٢
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ ف۪ي جَهَنَّمَ خَالِدُونَۚ ﴿١٠٣
تَلْفَحُ وُجُوهَهُمُ النَّارُ وَهُمْ ف۪يهَا كَالِحُونَ ﴿١٠٤
Mü`minûn Sûresi
347
Cuz 18
بَلْ اَتَيْنَاهُمْ بِالْحَقِّ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ ﴿٩٠
90﴿ Doğrusu Biz o (şirk koşa)nlara hakk (olan tevhîd ve âhiret inancın)ı getirdik, ama onlar gerçekten (hakkı inkâr içerikli sözler sarf ederken) elbette yalan söyleyen kimselerdir.
مَا اتَّخَذَ اللّٰهُ مِنْ وَلَدٍ وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ اِلٰهٍ اِذًا لَذَهَبَ كُلُّ اِلٰهٍ بِمَا خَلَقَ وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ ﴿٩١
91﴿ (Herhangi bir şeye benzemekten son derece mukaddes ve herhangi bir şeye ihtiyaçtan ziyâdesiyle münezzeh olan) Allâh hiçbir çocuk edinmemiştir. Kendisiyle birlikte hiçbir ilâh da mevcut olmamıştır. (Başka ilâhlar olsaydı) o zaman elbette her bir ilâh kendi yaratmış olduğu şeyleri (kendi mülkiyet sahasına) götürürdü ve (mülkünü diğerlerinden ayrı hâle getirirdi, hâl böyle olunca da dünyâ hükümdârları gibi aralarında savaşlar çıkar ve) mutlaka onların bir kısmı diğer bir kısma karşı üstünlük sağlardı. (Bu durumda ise her şeyin yegâne hükümranlığı hiçbirine kalmazdı. Artık) o (müşrik ola)nların (Allâh’a ortak isnâd etme husûsunda Yüce Zâtını) vasıflamakta oldukları (noksanlık ifâde eden) şeylerden Allâh’ı tesbîh ile (tenzîh eder ve uzak tutarım).
عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ۟ ﴿٩٢
92﴿ O tüm görünmeyenleri ve bütün görünenleri bilen (Allâh-u zü’l-Celâl)i (bütün ortaklardan tenzîh ederim)! İşte O (Allâh-u Te‘âlâ), onların ortak koşmakta oldukları şeylerden dâimâ çok yüce olmuştur.
قُلْ رَبِّ اِمَّا تُرِيَنّ۪ي مَا يُوعَدُونَۙ ﴿٩٣
93﴿ (Habîbim! Kâfirlerin korkutulduğu azâbın büyüklüğü karşısında sen bile Bana sığınarak) de ki: “Ey Rabbim! Onların tehdit olunduğu o (korkunç) şeyi ya gerçekten bana gösterecek olursan.
رَبِّ فَلَا تَجْعَلْن۪ي فِي الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ ﴿٩٤
94﴿ Ey Rabbim! O hâlde Sen beni o (şirk koşan) zâlimler topluluğu içinde bırakma(yıp onların arasından çıkar).”
وَاِنَّا عَلٰٓى اَنْ نُرِيَكَ مَا نَعِدُهُمْ لَقَادِرُونَ ﴿٩٥
95﴿ (Habîbim!) Zâten şüphesiz Biz onları tehdit etmekte olduğumuz o şeyi sana (şimdi hemen) göstermemize elbette Kādirleriz. (Lâkin kiminin kendisi veyâ nesli îmân edeceğinden, kimi de seninle komşu olduğu için şimdilik azaplarını geciktiriyoruz.)
اِدْفَعْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ السَّيِّئَةَۜ نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَصِفُونَ ﴿٩٦
96﴿ (Habîbim! Dîne bir zarar getirmemek şartıyla) o en kötü olan (inkârcılığ)ı, (onlarla savaş etmekle emrolununcaya kadar) o kendisi en güzel olan (görmezden gelme muâmelesi) ile savuştur. (Zâten) Biz onların (seni) vasıflamakta oldukları (kötü) şeyleri çok iyi biliciyiz! (Biz vakti gelince onları cezâlandıracağız, sen sabretmeye devâm et.)
وَقُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاط۪ينِۙ ﴿٩٧
97﴿ (Habîbim! Seni Benim emirlerime karşı çıkmaya teşvik eden şeytanlardan sığınmak için) de ki: “Ey Rabbim! Şeytanların türlü türlü dürtücü vesveselerinden Sana sığınıyorum.
وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ ﴿٩٨
98﴿ Rabbim! Yine ben (namazda iken, Kur’ân okurken, uyurken ve özellikle son nefeste) o (şeyta)nların benim yanımda bulunmalarından sürekli Sana sığınıyorum.”
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِۙ ﴿٩٩
99﴿ (O kâfirler şirk koşmayı sürdüreceklerdir.) Nihâyet onların birine ölüm geldiği zaman (yaptıklarına pişmân olarak) der ki: “Ey Rabbim (ve ey ölüm melekleri)! Beni (hayâta) geri çevirin.
لَعَلّ۪ٓي اَعْمَلُ صَالِحًا ف۪يمَا تَرَكْتُ كَلَّاۜ اِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَٓائِلُهَاۜ وَمِنْ وَرَٓائِهِمْ بَرْزَخٌ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ ﴿١٠٠
100﴿ Ola ki ben, (îmânı) terk etmiş olduğum o yerde (namaz, oruç, hac ve zekât gibi yapmam gereken) sâlih amelleri işlerim.” (Ölürken böyle diyene şöyle cevap verilir:) Hayır! (Onun bu talebi aslâ kabûl görmeyecektir.) Şüphesiz o (hayâta döndürülme talebi uğrunda sarf ettiği laf), (öyle boş) bir sözdür ki, onu sâdece kendisi söyle(yip yine kendisi dinle)yicidir. (Ölümlerinin ardından) onların önlerinde ise, (kabirlerinden) diriltilecekleri o (kıyâmet) gün(ün)e kadar (devâm edecek) bir engel vardır (ki, o ölüm engeli ve kabir âlemi onların tekrar dünyâ hayâtına dönmelerine bir mânî olarak kalacaktır, âhiretteki hayatları ise dünyâdan çok farklı azaplara mahal olacaktır).
فَاِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ فَلَٓا اَنْسَابَ بَيْنَهُمْ يَوْمَئِذٍ وَلَا يَتَسَٓاءَلُونَ ﴿١٠١
101﴿ Nihâyet (İsrâfîl (Aleyhisselâm) tarafından kıyâmetin kopması için) Sûr’un içerisine üfürüldüğü zaman, artık işte o gün (karşılaşacakları zorluktan dolayı) aralarında (dünyâda olduğu gibi) soy(bağ)lar(ının bir faydası) olmayacaktır, onlar birbirlerine de (hâl-hatır) sormayacaklardır.
فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿١٠٢
102﴿ (Habîbim!) Artık kimin tartılan (hayırlı amel ve inanç)ları ağır olursa, işte sana! Ancak onlar (umduklarına kavuşup korktuklarından kurtularak) felâha erenlerin ta kendileridir.
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ ف۪ي جَهَنَّمَ خَالِدُونَۚ ﴿١٠٣
103﴿ Ama kimin (îmânı olmadığı için hiçbir iyiliği ı̂tibâra alınmayarak) tartılan (hayır)ları kıymetsiz olursa, işte sana! Onlar, ancak o kimselerdir ki kendi nefislerini zarara uğratmıştırlar, (üstelik) cehennem içerisinde de ebedî kalıcılardır.
تَلْفَحُ وُجُوهَهُمُ النَّارُ وَهُمْ ف۪يهَا كَالِحُونَ ﴿١٠٤
104﴿ O (cehennem) ateş(inin alevleri) onların yüzlerini yakacaktır. Böylece onlar orada (yanmış-yıkılmış ve) dudakları (aşağı yukarı doğru açılıp) dişlerinden çekilmiş (vaziyette sırıtır) kimselerdir.