v02.01.25 Geliştirme Notları
Sebe` Sûresi
432
Cuz 22
40﴿ (Habîbim! Ümmetine anlat!) O günü de ki (Allâh-u Te‘âlâ, şirk önderlerini, uyuntularını ve) onları(n taptıkları putları) hep birlikte olarak (hesâba çekmek için) haşredecek sonra da meleklere: “İşte şunlar mı, özellikle size sürekli ibâdet etmekteydiler?!” buyuracak.
41﴿ (O zaman melekler Allâh-u Te‘âlâ’ya:)(Şânına yakışmayacak her türlü noksanlıktan ve şirk koşmaktan) Seni tesbîh ile (tenzîh eder ve her türlü kusurdan son derece uzak olduğunu ikrâr ederiz)! Bizim (gerçek) Velîmiz (ve dostumuz) ancak Sensin, onlar değil. Doğrusu onlar (putlara taparlarken, aslında onlara tapmayı kendilerine süslü gösteren ve ibâdetleri esnâsında putların içine girerek onları gerçekte kendilerine taptıran şeytanlara ve) cinlere tapmakta idiler. (Müşriklerin) ekseriyeti o (şeyta)nlara inanıcı (olarak tapan) kimselerdi” dediler.
42﴿ (Bunun üzerine Mevlâ Te‘âlâ o meleklere tapanların ümîdini büsbütün kırmak için meleklere hitâben:) “İşte bugün bir kısmınız diğer bir kısım için ne bir fayda (sağlama)ya, ne de bir zarar(dan kurtarmay)a sâhip olamaz” (buyurur). Böylece (melekleri Allâh’a ortak koşmakla en büyük haksızlığı irtikâb ederek) zâlim olmuş o kimselere: “(Dünyâdayken) kendisini sürekli yalanlamakta bulunmuş olduğunuz o (cehennem) ateşin(in) azâbını tadın (bakalım)” buyururuz.
43﴿ Yine Bizim âyetlerimiz, (mânâları) çok açık oldukları hâlde o (kâfir ola)nlar üzerine art arda okunduğu zaman: “İşte bu (Muhammed), ancak sizi babalarınızın sürekli tapmakta olduğu şeyler(e ibâdet etmek)den engellemek isteyen bir adamdır” dediler. Ayrıca onlar: “İşte bu (Kur’ân) ancak (Allâh’a isnâd edilmek üzere) uydurulmuş olan bir yalandır” dediler. Bir de o kâfir olmuş kimseler, kendilerine (kitap) geldiği anda (hiç düşünme ihtiyâcı dahî hissetmeden) o hak (olan Kur’ân) için: “İşte bu (okunanlar, sihir oluşu) apaçık olan bir büyüdür” dedi(ler).
44﴿ Hâlbuki Biz o (müşrik ola)nlara (evvelce) kitaplar vermemiştik ki, onları ders olarak oku(rken, putların Allâh-u Te‘âlâ’nın ortağı olduğuna dâir onlarda bir bilgi bul)sunlar ve senden önce onlara (kendilerini şirke dâvet eden ve şirk koşmamaları hâlinde onları azapla tehdit eden) hiçbir uyarıcıyı da rasûl olarak göndermemiştik. (Hâl böyleyken, şirkin doğruluğunu ve bundan dolayı azaptan kurtulacaklarını hangi delile dayandırıyorlar?!)
45﴿ O (Mekke’de şirk koşa)nlardan önceki kimseler de (peygamberlerini) yalanlamıştı. Hâlbuki bu (sana inanmaya)nlar onlara vermiş olduğumuz (güç, kuvvet, zenginlik, uzun ömür ve mal-mülk gibi) şeylerin onda birine bile ulaşamadılar. İşte onlar Benim rasüllerimi yalanlamıştılar! Peki (bunca güçlerine rağmen) Benim (onların kuvvetini) tanıma(yıp yıkıma uğrat)mam nasıl olmuştu?! (O hâlde seni inkâr eden zavallılar bundan ibret alıp îmâna gelsinler de, bu gibi belâlara çarpılmaktan kendilerini kurtarsınlar!)
46﴿ (Habîbim! Senin peygamberliğin hakkında şüphesi olanlara hitâb et ve:) “Ben size ancak tek bir şeyle öğüt vermekteyim ki o da; Allâh(ın ne buyurduğunu anlamak) için (insafa gelip hâlis bir niyet taşıyarak kör taklitten uzaklaşıp, ırkçılık, taraftarlık ve tartışma için değil de sâdece hakkı bulmak için beni dinlemeniz, sonra izdiham nedeniyle fikirler ve sözler karışmasın diye meclisimden topluca değil de) ikişer ikişer ve teker teker olduğunuz hâlde kalk(arak, kalbinizi ve fikrinizi topla)manız, sonra da arkadaşınız (olan benim gibi üstün akla sâhip bir şahıs)da aslâ hiçbir delilik bulunmadığını (ve size duyurduklarımda hiçbir yanlışlık olmadığını anlamak için kendi kendinize tefekkürde bulunarak veyâ hakkı meydana çıkartmak için bir arkadaşınızla tartışarak) iyice düşün(üp benim hiçbir yalanına rastlanmamış hak bir peygamber olduğuma karar ver)menizdir” de. (Evet, gerçekten de) o (yakînen bilip tanıdığınız) kişi ancak çok şiddetli bir azâbın önünde sizin için (gönderilmiş) önemli bir uyarıcıdır.
47﴿ (Rasûlüm!) De ki: “(Ben tebliğime karşılık) sizden herhangi bir ücret istemişsem o sizin olsun! (Zâten ben sizden bugüne kadar hiçbir şey istemedim ki benim dâvetime icâbetten ağırlanıyorsunuz!) Benim ecrim(i vermek) ancak Allâh’a âittir. Zâten O, her bir şey üzerine (murâkıb ve şâhit olan ve dolayısıyla benim doğruluğumu ve hâlis niyetimi bilen bir) Şehîd’dir.”
48﴿ (Ey Nebiyy-i zîşânım!) De ki: “Şüphesiz benim Rabbim hakk (olan Kur’ân ve İslâm)ı (bâtılın üzerine) kuvvetlice atıyor (ve böylece bâtılı ortadan kaldırıyor), (zâten ancak O, kulların görüp bilemediği) bütün gaybları hakkıyla bilicidir.”
سُورَةُ سَبَأٍ
الجزء ٢٢
٤٣٢
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعًا ثُمَّ يَقُولُ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِيَّاكُمْ كَانُوا يَعْبُدُونَ ﴿٤٠
قَالُوا سُبْحَانَكَ اَنْتَ وَلِيُّنَا مِنْ دُونِهِمْۚ بَلْ كَانُوا يَعْبُدُونَ الْجِنَّۚ اَكْثَرُهُمْ بِهِمْ مُؤْمِنُونَ ﴿٤١
فَالْيَوْمَ لَا يَمْلِكُ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ نَفْعًا وَلَا ضَرًّاۜ وَنَقُولُ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّت۪ي كُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ ﴿٤٢
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّا رَجُلٌ يُر۪يدُ اَنْ يَصُدَّكُمْ عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬كُمْۚ وَقَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّٓا اِفْكٌ مُفْتَرًىۜ وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ ﴿٤٣
وَمَٓا اٰتَيْنَاهُمْ مِنْ كُتُبٍ يَدْرُسُونَهَا وَمَٓا اَرْسَلْنَٓا اِلَيْهِمْ قَبْلَكَ مِنْ نَذ۪يرٍۜ ﴿٤٤
وَكَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۙ وَمَا بَلَغُوا مِعْشَارَ مَٓا اٰتَيْنَاهُمْ فَكَذَّبُوا رُسُل۪ي۠ فَكَيْفَ كَانَ نَك۪يرِ۟ ﴿٤٥
قُلْ اِنَّمَٓا اَعِظُكُمْ بِوَاحِدَةٍۚ اَنْ تَقُومُوا لِلّٰهِ مَثْنٰى وَفُرَادٰى ثُمَّ تَتَفَكَّرُوا۠ مَا بِصَاحِبِكُمْ مِنْ جِنَّةٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا نَذ۪يرٌ لَكُمْ بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شَد۪يدٍ ﴿٤٦
قُلْ مَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍ فَهُوَ لَكُمْۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ ﴿٤٧
قُلْ اِنَّ رَبّ۪ي يَقْذِفُ بِالْحَقِّۚ عَلَّامُ الْغُيُوبِ ﴿٤٨
Sebe` Sûresi
432
Cuz 22
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعًا ثُمَّ يَقُولُ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِيَّاكُمْ كَانُوا يَعْبُدُونَ ﴿٤٠
40﴿ (Habîbim! Ümmetine anlat!) O günü de ki (Allâh-u Te‘âlâ, şirk önderlerini, uyuntularını ve) onları(n taptıkları putları) hep birlikte olarak (hesâba çekmek için) haşredecek sonra da meleklere: “İşte şunlar mı, özellikle size sürekli ibâdet etmekteydiler?!” buyuracak.
قَالُوا سُبْحَانَكَ اَنْتَ وَلِيُّنَا مِنْ دُونِهِمْۚ بَلْ كَانُوا يَعْبُدُونَ الْجِنَّۚ اَكْثَرُهُمْ بِهِمْ مُؤْمِنُونَ ﴿٤١
41﴿ (O zaman melekler Allâh-u Te‘âlâ’ya:)(Şânına yakışmayacak her türlü noksanlıktan ve şirk koşmaktan) Seni tesbîh ile (tenzîh eder ve her türlü kusurdan son derece uzak olduğunu ikrâr ederiz)! Bizim (gerçek) Velîmiz (ve dostumuz) ancak Sensin, onlar değil. Doğrusu onlar (putlara taparlarken, aslında onlara tapmayı kendilerine süslü gösteren ve ibâdetleri esnâsında putların içine girerek onları gerçekte kendilerine taptıran şeytanlara ve) cinlere tapmakta idiler. (Müşriklerin) ekseriyeti o (şeyta)nlara inanıcı (olarak tapan) kimselerdi” dediler.
فَالْيَوْمَ لَا يَمْلِكُ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ نَفْعًا وَلَا ضَرًّاۜ وَنَقُولُ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّت۪ي كُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ ﴿٤٢
42﴿ (Bunun üzerine Mevlâ Te‘âlâ o meleklere tapanların ümîdini büsbütün kırmak için meleklere hitâben:) “İşte bugün bir kısmınız diğer bir kısım için ne bir fayda (sağlama)ya, ne de bir zarar(dan kurtarmay)a sâhip olamaz” (buyurur). Böylece (melekleri Allâh’a ortak koşmakla en büyük haksızlığı irtikâb ederek) zâlim olmuş o kimselere: “(Dünyâdayken) kendisini sürekli yalanlamakta bulunmuş olduğunuz o (cehennem) ateşin(in) azâbını tadın (bakalım)” buyururuz.
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّا رَجُلٌ يُر۪يدُ اَنْ يَصُدَّكُمْ عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬كُمْۚ وَقَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّٓا اِفْكٌ مُفْتَرًىۜ وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ ﴿٤٣
43﴿ Yine Bizim âyetlerimiz, (mânâları) çok açık oldukları hâlde o (kâfir ola)nlar üzerine art arda okunduğu zaman: “İşte bu (Muhammed), ancak sizi babalarınızın sürekli tapmakta olduğu şeyler(e ibâdet etmek)den engellemek isteyen bir adamdır” dediler. Ayrıca onlar: “İşte bu (Kur’ân) ancak (Allâh’a isnâd edilmek üzere) uydurulmuş olan bir yalandır” dediler. Bir de o kâfir olmuş kimseler, kendilerine (kitap) geldiği anda (hiç düşünme ihtiyâcı dahî hissetmeden) o hak (olan Kur’ân) için: “İşte bu (okunanlar, sihir oluşu) apaçık olan bir büyüdür” dedi(ler).
وَمَٓا اٰتَيْنَاهُمْ مِنْ كُتُبٍ يَدْرُسُونَهَا وَمَٓا اَرْسَلْنَٓا اِلَيْهِمْ قَبْلَكَ مِنْ نَذ۪يرٍۜ ﴿٤٤
44﴿ Hâlbuki Biz o (müşrik ola)nlara (evvelce) kitaplar vermemiştik ki, onları ders olarak oku(rken, putların Allâh-u Te‘âlâ’nın ortağı olduğuna dâir onlarda bir bilgi bul)sunlar ve senden önce onlara (kendilerini şirke dâvet eden ve şirk koşmamaları hâlinde onları azapla tehdit eden) hiçbir uyarıcıyı da rasûl olarak göndermemiştik. (Hâl böyleyken, şirkin doğruluğunu ve bundan dolayı azaptan kurtulacaklarını hangi delile dayandırıyorlar?!)
وَكَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۙ وَمَا بَلَغُوا مِعْشَارَ مَٓا اٰتَيْنَاهُمْ فَكَذَّبُوا رُسُل۪ي۠ فَكَيْفَ كَانَ نَك۪يرِ۟ ﴿٤٥
45﴿ O (Mekke’de şirk koşa)nlardan önceki kimseler de (peygamberlerini) yalanlamıştı. Hâlbuki bu (sana inanmaya)nlar onlara vermiş olduğumuz (güç, kuvvet, zenginlik, uzun ömür ve mal-mülk gibi) şeylerin onda birine bile ulaşamadılar. İşte onlar Benim rasüllerimi yalanlamıştılar! Peki (bunca güçlerine rağmen) Benim (onların kuvvetini) tanıma(yıp yıkıma uğrat)mam nasıl olmuştu?! (O hâlde seni inkâr eden zavallılar bundan ibret alıp îmâna gelsinler de, bu gibi belâlara çarpılmaktan kendilerini kurtarsınlar!)
قُلْ اِنَّمَٓا اَعِظُكُمْ بِوَاحِدَةٍۚ اَنْ تَقُومُوا لِلّٰهِ مَثْنٰى وَفُرَادٰى ثُمَّ تَتَفَكَّرُوا۠ مَا بِصَاحِبِكُمْ مِنْ جِنَّةٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا نَذ۪يرٌ لَكُمْ بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شَد۪يدٍ ﴿٤٦
46﴿ (Habîbim! Senin peygamberliğin hakkında şüphesi olanlara hitâb et ve:) “Ben size ancak tek bir şeyle öğüt vermekteyim ki o da; Allâh(ın ne buyurduğunu anlamak) için (insafa gelip hâlis bir niyet taşıyarak kör taklitten uzaklaşıp, ırkçılık, taraftarlık ve tartışma için değil de sâdece hakkı bulmak için beni dinlemeniz, sonra izdiham nedeniyle fikirler ve sözler karışmasın diye meclisimden topluca değil de) ikişer ikişer ve teker teker olduğunuz hâlde kalk(arak, kalbinizi ve fikrinizi topla)manız, sonra da arkadaşınız (olan benim gibi üstün akla sâhip bir şahıs)da aslâ hiçbir delilik bulunmadığını (ve size duyurduklarımda hiçbir yanlışlık olmadığını anlamak için kendi kendinize tefekkürde bulunarak veyâ hakkı meydana çıkartmak için bir arkadaşınızla tartışarak) iyice düşün(üp benim hiçbir yalanına rastlanmamış hak bir peygamber olduğuma karar ver)menizdir” de. (Evet, gerçekten de) o (yakînen bilip tanıdığınız) kişi ancak çok şiddetli bir azâbın önünde sizin için (gönderilmiş) önemli bir uyarıcıdır.
قُلْ مَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍ فَهُوَ لَكُمْۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ ﴿٤٧
47﴿ (Rasûlüm!) De ki: “(Ben tebliğime karşılık) sizden herhangi bir ücret istemişsem o sizin olsun! (Zâten ben sizden bugüne kadar hiçbir şey istemedim ki benim dâvetime icâbetten ağırlanıyorsunuz!) Benim ecrim(i vermek) ancak Allâh’a âittir. Zâten O, her bir şey üzerine (murâkıb ve şâhit olan ve dolayısıyla benim doğruluğumu ve hâlis niyetimi bilen bir) Şehîd’dir.”
قُلْ اِنَّ رَبّ۪ي يَقْذِفُ بِالْحَقِّۚ عَلَّامُ الْغُيُوبِ ﴿٤٨
48﴿ (Ey Nebiyy-i zîşânım!) De ki: “Şüphesiz benim Rabbim hakk (olan Kur’ân ve İslâm)ı (bâtılın üzerine) kuvvetlice atıyor (ve böylece bâtılı ortadan kaldırıyor), (zâten ancak O, kulların görüp bilemediği) bütün gaybları hakkıyla bilicidir.”