v02.01.25 Geliştirme Notları
Yâsîn Sûresi
440
Cuz 22
13﴿ (Habîbim!) O (müşrik ola)nlara o (Antakya diye bilinen) karye(nin putperest) ahâlisini(n başına gelenleri) bir örnek olarak açıkla! Hani oraya o (Îsâ (Aleyhisselâm) tarafından) gönderilen elçiler gelmişti.
14﴿ Vaktâ ki; Biz onlara iki (elçi)yi gönderdik de, onlar hemen o ikisini yalanladılar. Peşisıra Biz (onları) bir üçüncü (elçi) ile kuvvetlendirdik, böylece onlar (oranın halkına): “Gerçekten Biz size (hakkı tebliğ için) elçi gönderilmiş kimseleriz” dediler.
15﴿ Onlar (kendilerine gönderilen elçilere): “Siz ancak bizim gibi (yiyip içen, dolayısıyla bize karşı hiçbir üstünlüğü bulunmayan) birer beşersiniz. O (kullarına çok acıdığını söylediğiniz) Rahmân (onları zora sokmak için) hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak sürekli yalan söylemektesiniz” dediler.
16﴿ O (elçi ola)nlar dediler ki: “Rabbimiz bilmektedir ki; hakîkaten biz elbette özellikle size (doğru yolu göstermek için) elçi gönderilmiş kimseleriz.
17﴿ Zâten bizim üzerimizde (görev olarak) bulunan (şey), ancak (yoruma müsâit olmayacak şekilde) çok açık olan bir tebliğ (ve duyuruyu size iletmek)dir (ki biz de onu yerine getirmiş bulunmaktayız).”
18﴿ Onlar: “Gerçekten biz sizin (gelişiniz)le (kuraklığa tutularak) uğursuzlandık. Andolsun ki; eğer (bu dâvetinizden) vazgeçmezseniz, elbette sizi taşlayarak öldüreceğiz ve andolsun ki; elbette bizden size çok can yakıcı büyük bir azap mutlaka dokunacaktır” dediler.
19﴿ O (elçi ola)nlar (ise): “Uğursuzluğunuz(un sebebi) sizinle birlikte (bulunan kâfirliğiniz)dir. Size vaaz (edilerek İslâm’a dâvet) edildi(niz) diye mi (uğursuzlandığınızı söylüyorsunuz)?! Bilakis siz haddi aşanlar toplumusunuz (da o yüzden kuraklığa tutuldunuz)” dediler.
20﴿ O (sırada Antakya) şehrin(in) en uzak yerinden (Habîb-i Neccâr adındaki) değerli bir adam koşarak geldi de dedi ki: “Ey kavmim! (Bırakın putperestliği de, size) elçi (olarak) gönderilen bu kişilere tam mânâsıyla tâbi olun.
21﴿ (Tebliğlerine karşılık) sizden hiçbir ücret istemeyen o kişilere hakkıyla tâbi olun. Üstelik onlar hidâyet bulmuş kimselerdir.
22﴿ Ayrıca bana ne oldu ki; beni yoktan yaratmış bulunan O Zâta ibâdet etmeyeyim?! Siz de ancak O (Allâh’ın hesap yurdu)na döndürüleceksiniz! (Peki, ne hesap vereceksiniz?!)
23﴿ Ben (Allâh’ı bırakıp da) O’ndan başkasını birtakım ilâhlar hâline dönüştürür müyüm ki; O (çok acıyan) Rahmân bana bir zarar (vermek) murâd ederse, onların (varsayılan) şefâatleri (ve aracılıkları) benden en ufak bir şeyi defedemez ve onlar (aslâ) beni kurtaramazlar?!
24﴿ O(na ortak koştuğum) takdirde gerçekten (de) ben elbette (herkesin anlayabileceği şekilde) çok açık olan bir dalâlet (ve sapıklık) içerisindeyim (demektir).
25﴿ (Ey elçiler!) Şüphesiz ben sizin Rabbinize îmân ettim. İşte beni(m îmânımı ifâde eden şu sözlerimi) duyun (da şâhitlik edin).”
26﴿ (Bu söz üzerine müşrik kavmi hemen onu taşlayarak şehit ettiler. O zaman tarafımızdan ona:)(Buyur) cennete gir” denildi. O (da vefâtından sonra dahî onlara vaaz etmek üzere) dedi ki: “Ah! Keşke kavmim bilselerdi.
27﴿ Rabbimin beni(m günahlarımı) ne şey sebebiyle mağfiret ettiğini ve beni (cennetine girdirerek) ikrâma erdirilen kimselerden kıldığını (bilselerdi de onlar da îmân ederek bu saâdete erselerdi)!” Tefsirlerde rivâyet olunduğuna göre; Îsâ (Aleyhisselâm) havârîlerinden iki kişiyi tevhîde dâvet için Antakya halkına gönderdi. Şehre yaklaştıklarında gördükleri Habîb-i Neccâr adındaki koyun otaran pîr-i fânî zâtın kim olduklarını sorması üzerine, kendilerinin Îsâ (Aleyhisselâm)ın elçileri olduklarını ve insanları putlara tapmayı bırakıp Rahmân’a ibâdete çağırdıklarını bildirdiler. O onlardan bir mûcize isteyince, hastaları iyi ettiklerini, alacalıyı ve körü iyileştirdiklerini söylediler. Onun iki senedir yerinden kalkamayan çocuğunu sıvazlayarak ayağa kaldırmaları üzerine Habîb-i Neccâr îmân etti, böylece şehirde haber yayılarak birçok insan onların eliyle şifâ buldu. Derken hükümdâr onları çağırtıp: “Benim ilâhlarım dışında bir ilâh mı var?” diye sordu. Her şeyi yaratan bir Allâh-u Te‘âlâ olduğu cevâbını alınca, onları dövdürterek hapse attırdı. Bunun üzerine Îsâ (Aleyhisselâm) Şem‘ûn isminde üçüncü bir zâtı gönderdi. O, tanınmaz bir kılıkla şehre girip, kralın yakınlarıyla haşır neşir oldu. Netîcede kralla da samîmiyet kurarak, hapsedilen iki kişinin görüşlerini öğrenip öğrenmediğini sorma bahânesiyle onları çağırttırdı ve bilmezmiş gibi, Allâh-u Te‘âlâ’nın sıfatlarını kısaca onlara anlattırdı ve bir mûcize istedi. Onlar kralın istediği her şeyi yapabileceklerini söylediler. Bunun üzerine duâ ederek getirtilen kör bir çocuğun gözlerini açtılar. O zaman Şem‘ûn krala dönerek: “Sen de ilâhına böyle bir şey yapmasını teklif etsen de, şeref bize kalsa!” deyince, o: “Benim senden hiçbir sırrım yok, bizim ilâhlarımız görmez ve işitmez birtakım faydasız şeylerdir” dedi ve bir ölüyü diriltmeleri durumunda o elçilere îmân edeceğine söz verdi. O zaman elçiler yine duâ edip yedi günlük ölü bir delikanlıyı dirilttiler. O dile gelip: “Şirk üzere öldüğüm için cehennemin yedi vâdîsinde dolaştırıldım, sizi uyarıyorum, hemen îmân edin! Gök kapıları açılıp oradan (bakan) güzel yüzlü bir delikanlının şu üçüne yardım ettiğini gördüm” deyince kral, Şem‘ûn’un da onlardan olduğunu anladı. Kralın etkilendiğini hisseden Şem‘ûn nasîhatiyle onu îmâna getirdi. Bunu gören toplumun bir kısmı îmân etti, îmân etmeyenler ise bundan sonraki âyet-i kerîmelerde bildirildiği üzere Cibrîl-i Emîn’in bir nârasıyla helâk edildiler. (en-Nesefî, el-Medârik; el-Hâzin, el-Beydâvî -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 5/200-201)
سُورَةُ يٰسۤ
الجزء ٢٢
٤٤٠
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلًا اَصْحَابَ الْقَرْيَةِۢ اِذْ جَٓاءَهَا الْمُرْسَلُونَۚ ﴿١٣
اِذْ اَرْسَلْنَٓا اِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ فَكَذَّبُوهُمَا فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ فَقَالُٓوا اِنَّٓا اِلَيْكُمْ مُرْسَلُونَ ﴿١٤
قَالُوا مَٓا اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۙ وَمَٓا اَنْزَلَ الرَّحْمٰنُ مِنْ شَيْءٍۙ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَكْذِبُونَ ﴿١٥
قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ ﴿١٦
وَمَا عَلَيْنَٓا اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ ﴿١٧
قَالُٓوا اِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْۚ لَئِنْ لَمْ تَنْتَهُوا لَنَرْجُمَنَّكُمْ وَلَيَمَسَّنَّكُمْ مِنَّا عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿١٨
قَالُوا طَٓائِرُكُمْ مَعَكُمْۜ اَئِنْ ذُكِّرْتُمْۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ ﴿١٩
وَجَٓاءَ مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ رَجُلٌ يَسْعٰى قَالَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَل۪ينَۙ ﴿٢٠
اِتَّبِعُوا مَنْ لَا يَسْـَٔلُكُمْ اَجْرًا وَهُمْ مُهْتَدُونَ ﴿٢١
وَمَا لِيَ لَٓا اَعْبُدُ الَّذ۪ي فَطَرَن۪ي وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٢٢
ءَاَتَّخِذُ مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةً اِنْ يُرِدْنِ الرَّحْمٰنُ بِضُرٍّ لَا تُغْنِ عَنّ۪ي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـًٔا وَلَا يُنْقِذُونِۚ ﴿٢٣
اِنّ۪ٓي اِذًا لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ﴿٢٤
اِنّ۪ٓي اٰمَنْتُ بِرَبِّكُمْ فَاسْمَعُونِۜ ﴿٢٥
ق۪يلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَۜ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْم۪ي يَعْلَمُونَۙ ﴿٢٦
بِمَا غَفَرَ ل۪ي رَبّ۪ي وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُكْرَم۪ينَ ﴿٢٧
Yâsîn Sûresi
440
Cuz 22
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلًا اَصْحَابَ الْقَرْيَةِۢ اِذْ جَٓاءَهَا الْمُرْسَلُونَۚ ﴿١٣
13﴿ (Habîbim!) O (müşrik ola)nlara o (Antakya diye bilinen) karye(nin putperest) ahâlisini(n başına gelenleri) bir örnek olarak açıkla! Hani oraya o (Îsâ (Aleyhisselâm) tarafından) gönderilen elçiler gelmişti.
اِذْ اَرْسَلْنَٓا اِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ فَكَذَّبُوهُمَا فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ فَقَالُٓوا اِنَّٓا اِلَيْكُمْ مُرْسَلُونَ ﴿١٤
14﴿ Vaktâ ki; Biz onlara iki (elçi)yi gönderdik de, onlar hemen o ikisini yalanladılar. Peşisıra Biz (onları) bir üçüncü (elçi) ile kuvvetlendirdik, böylece onlar (oranın halkına): “Gerçekten Biz size (hakkı tebliğ için) elçi gönderilmiş kimseleriz” dediler.
قَالُوا مَٓا اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۙ وَمَٓا اَنْزَلَ الرَّحْمٰنُ مِنْ شَيْءٍۙ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَكْذِبُونَ ﴿١٥
15﴿ Onlar (kendilerine gönderilen elçilere): “Siz ancak bizim gibi (yiyip içen, dolayısıyla bize karşı hiçbir üstünlüğü bulunmayan) birer beşersiniz. O (kullarına çok acıdığını söylediğiniz) Rahmân (onları zora sokmak için) hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak sürekli yalan söylemektesiniz” dediler.
قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ ﴿١٦
16﴿ O (elçi ola)nlar dediler ki: “Rabbimiz bilmektedir ki; hakîkaten biz elbette özellikle size (doğru yolu göstermek için) elçi gönderilmiş kimseleriz.
وَمَا عَلَيْنَٓا اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ ﴿١٧
17﴿ Zâten bizim üzerimizde (görev olarak) bulunan (şey), ancak (yoruma müsâit olmayacak şekilde) çok açık olan bir tebliğ (ve duyuruyu size iletmek)dir (ki biz de onu yerine getirmiş bulunmaktayız).”
قَالُٓوا اِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْۚ لَئِنْ لَمْ تَنْتَهُوا لَنَرْجُمَنَّكُمْ وَلَيَمَسَّنَّكُمْ مِنَّا عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿١٨
18﴿ Onlar: “Gerçekten biz sizin (gelişiniz)le (kuraklığa tutularak) uğursuzlandık. Andolsun ki; eğer (bu dâvetinizden) vazgeçmezseniz, elbette sizi taşlayarak öldüreceğiz ve andolsun ki; elbette bizden size çok can yakıcı büyük bir azap mutlaka dokunacaktır” dediler.
قَالُوا طَٓائِرُكُمْ مَعَكُمْۜ اَئِنْ ذُكِّرْتُمْۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ ﴿١٩
19﴿ O (elçi ola)nlar (ise): “Uğursuzluğunuz(un sebebi) sizinle birlikte (bulunan kâfirliğiniz)dir. Size vaaz (edilerek İslâm’a dâvet) edildi(niz) diye mi (uğursuzlandığınızı söylüyorsunuz)?! Bilakis siz haddi aşanlar toplumusunuz (da o yüzden kuraklığa tutuldunuz)” dediler.
وَجَٓاءَ مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ رَجُلٌ يَسْعٰى قَالَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَل۪ينَۙ ﴿٢٠
20﴿ O (sırada Antakya) şehrin(in) en uzak yerinden (Habîb-i Neccâr adındaki) değerli bir adam koşarak geldi de dedi ki: “Ey kavmim! (Bırakın putperestliği de, size) elçi (olarak) gönderilen bu kişilere tam mânâsıyla tâbi olun.
اِتَّبِعُوا مَنْ لَا يَسْـَٔلُكُمْ اَجْرًا وَهُمْ مُهْتَدُونَ ﴿٢١
21﴿ (Tebliğlerine karşılık) sizden hiçbir ücret istemeyen o kişilere hakkıyla tâbi olun. Üstelik onlar hidâyet bulmuş kimselerdir.
وَمَا لِيَ لَٓا اَعْبُدُ الَّذ۪ي فَطَرَن۪ي وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٢٢
22﴿ Ayrıca bana ne oldu ki; beni yoktan yaratmış bulunan O Zâta ibâdet etmeyeyim?! Siz de ancak O (Allâh’ın hesap yurdu)na döndürüleceksiniz! (Peki, ne hesap vereceksiniz?!)
ءَاَتَّخِذُ مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةً اِنْ يُرِدْنِ الرَّحْمٰنُ بِضُرٍّ لَا تُغْنِ عَنّ۪ي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـًٔا وَلَا يُنْقِذُونِۚ ﴿٢٣
23﴿ Ben (Allâh’ı bırakıp da) O’ndan başkasını birtakım ilâhlar hâline dönüştürür müyüm ki; O (çok acıyan) Rahmân bana bir zarar (vermek) murâd ederse, onların (varsayılan) şefâatleri (ve aracılıkları) benden en ufak bir şeyi defedemez ve onlar (aslâ) beni kurtaramazlar?!
اِنّ۪ٓي اِذًا لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ﴿٢٤
24﴿ O(na ortak koştuğum) takdirde gerçekten (de) ben elbette (herkesin anlayabileceği şekilde) çok açık olan bir dalâlet (ve sapıklık) içerisindeyim (demektir).
اِنّ۪ٓي اٰمَنْتُ بِرَبِّكُمْ فَاسْمَعُونِۜ ﴿٢٥
25﴿ (Ey elçiler!) Şüphesiz ben sizin Rabbinize îmân ettim. İşte beni(m îmânımı ifâde eden şu sözlerimi) duyun (da şâhitlik edin).”
ق۪يلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَۜ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْم۪ي يَعْلَمُونَۙ ﴿٢٦
26﴿ (Bu söz üzerine müşrik kavmi hemen onu taşlayarak şehit ettiler. O zaman tarafımızdan ona:)(Buyur) cennete gir” denildi. O (da vefâtından sonra dahî onlara vaaz etmek üzere) dedi ki: “Ah! Keşke kavmim bilselerdi.
بِمَا غَفَرَ ل۪ي رَبّ۪ي وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُكْرَم۪ينَ ﴿٢٧
27﴿ Rabbimin beni(m günahlarımı) ne şey sebebiyle mağfiret ettiğini ve beni (cennetine girdirerek) ikrâma erdirilen kimselerden kıldığını (bilselerdi de onlar da îmân ederek bu saâdete erselerdi)!” Tefsirlerde rivâyet olunduğuna göre; Îsâ (Aleyhisselâm) havârîlerinden iki kişiyi tevhîde dâvet için Antakya halkına gönderdi. Şehre yaklaştıklarında gördükleri Habîb-i Neccâr adındaki koyun otaran pîr-i fânî zâtın kim olduklarını sorması üzerine, kendilerinin Îsâ (Aleyhisselâm)ın elçileri olduklarını ve insanları putlara tapmayı bırakıp Rahmân’a ibâdete çağırdıklarını bildirdiler. O onlardan bir mûcize isteyince, hastaları iyi ettiklerini, alacalıyı ve körü iyileştirdiklerini söylediler. Onun iki senedir yerinden kalkamayan çocuğunu sıvazlayarak ayağa kaldırmaları üzerine Habîb-i Neccâr îmân etti, böylece şehirde haber yayılarak birçok insan onların eliyle şifâ buldu. Derken hükümdâr onları çağırtıp: “Benim ilâhlarım dışında bir ilâh mı var?” diye sordu. Her şeyi yaratan bir Allâh-u Te‘âlâ olduğu cevâbını alınca, onları dövdürterek hapse attırdı. Bunun üzerine Îsâ (Aleyhisselâm) Şem‘ûn isminde üçüncü bir zâtı gönderdi. O, tanınmaz bir kılıkla şehre girip, kralın yakınlarıyla haşır neşir oldu. Netîcede kralla da samîmiyet kurarak, hapsedilen iki kişinin görüşlerini öğrenip öğrenmediğini sorma bahânesiyle onları çağırttırdı ve bilmezmiş gibi, Allâh-u Te‘âlâ’nın sıfatlarını kısaca onlara anlattırdı ve bir mûcize istedi. Onlar kralın istediği her şeyi yapabileceklerini söylediler. Bunun üzerine duâ ederek getirtilen kör bir çocuğun gözlerini açtılar. O zaman Şem‘ûn krala dönerek: “Sen de ilâhına böyle bir şey yapmasını teklif etsen de, şeref bize kalsa!” deyince, o: “Benim senden hiçbir sırrım yok, bizim ilâhlarımız görmez ve işitmez birtakım faydasız şeylerdir” dedi ve bir ölüyü diriltmeleri durumunda o elçilere îmân edeceğine söz verdi. O zaman elçiler yine duâ edip yedi günlük ölü bir delikanlıyı dirilttiler. O dile gelip: “Şirk üzere öldüğüm için cehennemin yedi vâdîsinde dolaştırıldım, sizi uyarıyorum, hemen îmân edin! Gök kapıları açılıp oradan (bakan) güzel yüzlü bir delikanlının şu üçüne yardım ettiğini gördüm” deyince kral, Şem‘ûn’un da onlardan olduğunu anladı. Kralın etkilendiğini hisseden Şem‘ûn nasîhatiyle onu îmâna getirdi. Bunu gören toplumun bir kısmı îmân etti, îmân etmeyenler ise bundan sonraki âyet-i kerîmelerde bildirildiği üzere Cibrîl-i Emîn’in bir nârasıyla helâk edildiler. (en-Nesefî, el-Medârik; el-Hâzin, el-Beydâvî -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 5/200-201)