v02.01.25 Geliştirme Notları
Âl-i İmrân Sûresi
56
Cuz 3
53﴿ Ey Rabbimiz! İndirmiş olduğun (İncîl kitabın)a îmân ettik. (Göndermiş olduğun) o (Îsâ) Rasûl’e de (tam mânâsıyla teslim olarak) hakkıyla tâbi olduk. Öyleyse bizi (Senin bir olduğuna ve peygamberlerinin doğruluğuna) şâhitlik edenlerle birlikte yaz.”
54﴿ O (İsrâîloğullarından kâfir ola)nlar ise (Îsâ (Aleyhisselâm)ı beklemediği bir anda öldürecek bir adam görevlendirerek) hîle yaptılar, Allâh da (Îsâ (Aleyhisselâm)ı göğe kaldırıp, onu öldürmeye gelen adamı ona benzer bir kılığa sokarak) hîlelerine karşılık verdi (böylece onu o sanarak çarmıha gerdiler). Zâten ancak Allâh, hîlelere karşılık verenlerin hayırlısıdır (ve kötülüğe karşı cezâ verenlerin en güçlüsüdür. Zîrâ istediğine, kimsenin beklemediği bir yönden zarar ulaştırma gücüne sâhip olan ancak O’dur).
55﴿ Allâh (onların hîlelerine karşılık vermek üzere) bir vakit buyurmuştu ki: “Ey Îsâ! Şüphesiz Ben seni (yeryüzünden) tamâmen al(ıp Yahûdîlerin öldürme teşebbüsünden kurtar)ıcıyım ve seni Kendi (meleklerimin karargâhı olan gökleri)me yükselticiyim, o kâfir olmuş kimseler(in senin hakkında söyledikleri kötü sözler)den de seni temize çıkarıcıyım ve kıyâmet gününe kadar, sana hakkıyla tâbi olmuş (Müslüman) kimseleri (hem ilmî sahada, hem de ekserî zamanlarda silah gücü bakımından) kâfir olmuş kimselerin üstünde (gâlip) kılıcıyım. Sonra (âhirette senin de, ümmetinin de) dönüşünüz ancak Bana (âit olan âhiret yurduna)dır. Artık (o zaman dînî konularla alâkalı) kendisinde sürekli ihtilâf etmekte bulunmuş olduğunuz şeyler husûsunda (kimin haklı, kimin haksız olduğuna dâir) aranızda Ben hüküm vereceğim. Bâzı zındıklar âyet-i celîlede geçen: “Seni teveffî ettirecek Benim” cümle-i celîlesinden yola çıkarak şu anda Îsâ (Aleyhisselâm)ın vefât etmiş olduğunu, dolayısıyla kıyâmete yakın dünyâya gönderilmeyeceğini söylemektedirler ki onların bu hezeyânı diğer birçok âyet-i kerîme ve hadîs-i şerifle çeliştiğinden, Ehl-i Sünnet inancına muhâlif olan bâtıl bir görüştür. Zîrâ Hasen (Radıyallâhu Anh)dan rivâyete göre; Ehl-i Sünnet ulemâsı, burada geçen “Teveffî” kelimesini; halk dilinde yaygın olan “Öldürme” anlamında değil de, lügatlerde mârûf olan “Kabz (tamâmıyla alma)” mânâsında tefsîr etmişlerdir. Zâten peşi sıra gelen: “Seni Kendime yükselteceğim” ifâde-i celîlesi de bunun, ölen diğer mübârek insanların ruhlarının göğe yükseltilmesi gibi rûhânî bir ref‘ anlamında olmayıp, bir insanın hem bedeniyle hem de rûhuyla diri olarak göğe yükseltilmesi mânâsında olduğuna delâlet etmektedir. Nitekim İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan nakledilen; Taberî ve Kurtubî (Rahimehümellâh) tarafından da tercih edilen sahîh görüş; Îsâ (Aleyhisselâm)ın uyutulmaksızın canlı ve uyanık hâliyle göğe kaldırıldığıdır. (et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, 5/448-453; es-Sa‘lebî, el-Keşf, 11/569-570; el-Beğavî, Me‘âlimü’t-Tenzîl, 1/447; İbnü ‘Atıyye, el-Muharrarü’l-vecîz, 2/263; el-Beyzâvî, en-Nesefî, el-Hâzin, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 1/506; el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 4/233-235, 7/503) Îsâ (Aleyhisselâm)ın bu zamâna kadar hiç ölüm tatmadığı ve hayatta olduğu îtikādı ise mütevâtir hadislerle sâbit olduğundan Ehl-i Sünnet arasında ittifaklı bir konudur.
56﴿ Artık o kimseler ki kâfir olmuşlardır; bu sebeple onlara hem dünyâda hem de âhirette çok şiddetli olan büyük bir azaplandırma ile azap edeceğim. (İki âlemde de) kendileri için (Allâh’ın azâbına karşı) yardımcılardan hiçbir kimse de yoktur.” Kâfirlere âhirette yapılacak şiddetli azâbın; türlü türlü cehennem azaplarından ibâret olduğu herkesçe mâlum olup, dünyâda tâbi tutulacakları azaplar ise birkaç şekilde tefsîr edilmiştir:
a) İslâm’a girme ya da cizye ödeme tekliflerini kabûl etmeyip savaşma yolunu seçenlerin kılıçtan geçirilmesi veyâ esâret rezâletine dûçâr edilmesi,[l] [l]b) Cizye ödemeyi kabûl edenlerin ise, cizyeye bağlanarak büyük bir alçaklığa mahkûm edilmesi.
57﴿ Ama o kimseler ki (Allâh-u Te‘âlâ’ya, kitaplarına ve ayrım yapmaksızın bütün peygamberlerine) îmân etmiştirler ve (namaz, oruç, hac ve zekât gibi) sâlih ameller işlemiştirler; O (Rableri) onlara da (kıyâmet günü) ecirlerini tamâmıyla verecektir. Allâh ise (şirk koşarak en büyük zulmü işlemiş olan) o zâlimleri sevmez. (Kendilerine değer vermez, rahmetiyle muâmele buyurmaz ve yaptıklarına övgüde bulunmaz.)
58﴿ (Habîbim!) İşte sana! (Îsâ, Meryem ve havârîlerle alâkalı) bun(ca mevzu)u; (senin doğruluğuna delâlet eden) âyetler (cümlesin)den (olmak üzere), bir de o hikmetli Zikr (olan Kur’ân-ı Kerîm)den parçalar hâlinde sana onu sürekli okumaktayız.
59﴿ Allâh nezdinde Îsâ’nın (babasız olarak yaratılmasının) şaşılacak durumu, gerçekten Âdem’in garip hâli gibidir ki; O (Allâh-u Te‘âlâ) onu(n bedenini, ana ve baba aracılığı olmaksızın, kuru, kara ve kokmuş) bir topraktan yaratmış, sonra kendisine: “Vâr ol!” buyurmuştu, o da hemen (canlı ve mükemmel bir insan olarak) vâr olmuştu.
60﴿ (Ey işitme gücüne sâhip olan kişi! İşte) o (duyduğun) hak, Rabbinden (gelmiş)dir. Öyleyse sen (bunların doğruluğu hakkında) şüphe edicilerden olma!
61﴿ (Habîbim! Îsâ (Aleyhisselâm)ın Allâh’ın oğlu olmayıp, kulu ve rasûlü olduğuna dâir) sana gelmiş olan (bunca) ilimden sonra artık (Hristiyanlardan) her kim onun hakkında seninle çekişirse, (sen onlara) de ki: “Gelin, (en yakın ve kıymetli varlıklarımız olan) oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendilerimizi ve kendilerinizi çağıralım da sonra lânetleşelim ve Allâh’ın lânetini o yalancılar üzerine salalım.”
سُورَةُ اٰلِ عِمْرٰنَ
الجزء ٣
٥٦
رَبَّنَٓا اٰمَنَّا بِمَٓا اَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ ﴿٥٣
وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ۟ ﴿٥٤
اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسٰٓى اِنّ۪ي مُتَوَفّ۪يكَ وَرَافِعُكَ اِلَيَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَجَاعِلُ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوكَ فَوْقَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۚ ثُمَّ اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَاَحْكُمُ بَيْنَكُمْ ف۪يمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ ﴿٥٥
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَاُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَد۪يدًا فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۘ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ ﴿٥٦
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ ﴿٥٧
ذٰلِكَ نَتْلُوهُ عَلَيْكَ مِنَ الْاٰيَاتِ وَالذِّكْرِ الْحَك۪يمِ ﴿٥٨
اِنَّ مَثَلَ ع۪يسٰى عِنْدَ اللّٰهِ كَمَثَلِ اٰدَمَۜ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ ﴿٥٩
اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ ﴿٦٠
فَمَنْ حَٓاجَّكَ ف۪يهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَٓاءَنَا وَاَبْنَٓاءَكُمْ وَنِسَٓاءَنَا وَنِسَٓاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا وَاَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَى الْكَاذِب۪ينَ ﴿٦١
Âl-i İmrân Sûresi
56
Cuz 3
رَبَّنَٓا اٰمَنَّا بِمَٓا اَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ ﴿٥٣
53﴿ Ey Rabbimiz! İndirmiş olduğun (İncîl kitabın)a îmân ettik. (Göndermiş olduğun) o (Îsâ) Rasûl’e de (tam mânâsıyla teslim olarak) hakkıyla tâbi olduk. Öyleyse bizi (Senin bir olduğuna ve peygamberlerinin doğruluğuna) şâhitlik edenlerle birlikte yaz.”
وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ۟ ﴿٥٤
54﴿ O (İsrâîloğullarından kâfir ola)nlar ise (Îsâ (Aleyhisselâm)ı beklemediği bir anda öldürecek bir adam görevlendirerek) hîle yaptılar, Allâh da (Îsâ (Aleyhisselâm)ı göğe kaldırıp, onu öldürmeye gelen adamı ona benzer bir kılığa sokarak) hîlelerine karşılık verdi (böylece onu o sanarak çarmıha gerdiler). Zâten ancak Allâh, hîlelere karşılık verenlerin hayırlısıdır (ve kötülüğe karşı cezâ verenlerin en güçlüsüdür. Zîrâ istediğine, kimsenin beklemediği bir yönden zarar ulaştırma gücüne sâhip olan ancak O’dur).
اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسٰٓى اِنّ۪ي مُتَوَفّ۪يكَ وَرَافِعُكَ اِلَيَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَجَاعِلُ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوكَ فَوْقَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۚ ثُمَّ اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَاَحْكُمُ بَيْنَكُمْ ف۪يمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ ﴿٥٥
55﴿ Allâh (onların hîlelerine karşılık vermek üzere) bir vakit buyurmuştu ki: “Ey Îsâ! Şüphesiz Ben seni (yeryüzünden) tamâmen al(ıp Yahûdîlerin öldürme teşebbüsünden kurtar)ıcıyım ve seni Kendi (meleklerimin karargâhı olan gökleri)me yükselticiyim, o kâfir olmuş kimseler(in senin hakkında söyledikleri kötü sözler)den de seni temize çıkarıcıyım ve kıyâmet gününe kadar, sana hakkıyla tâbi olmuş (Müslüman) kimseleri (hem ilmî sahada, hem de ekserî zamanlarda silah gücü bakımından) kâfir olmuş kimselerin üstünde (gâlip) kılıcıyım. Sonra (âhirette senin de, ümmetinin de) dönüşünüz ancak Bana (âit olan âhiret yurduna)dır. Artık (o zaman dînî konularla alâkalı) kendisinde sürekli ihtilâf etmekte bulunmuş olduğunuz şeyler husûsunda (kimin haklı, kimin haksız olduğuna dâir) aranızda Ben hüküm vereceğim. Bâzı zındıklar âyet-i celîlede geçen: “Seni teveffî ettirecek Benim” cümle-i celîlesinden yola çıkarak şu anda Îsâ (Aleyhisselâm)ın vefât etmiş olduğunu, dolayısıyla kıyâmete yakın dünyâya gönderilmeyeceğini söylemektedirler ki onların bu hezeyânı diğer birçok âyet-i kerîme ve hadîs-i şerifle çeliştiğinden, Ehl-i Sünnet inancına muhâlif olan bâtıl bir görüştür. Zîrâ Hasen (Radıyallâhu Anh)dan rivâyete göre; Ehl-i Sünnet ulemâsı, burada geçen “Teveffî” kelimesini; halk dilinde yaygın olan “Öldürme” anlamında değil de, lügatlerde mârûf olan “Kabz (tamâmıyla alma)” mânâsında tefsîr etmişlerdir. Zâten peşi sıra gelen: “Seni Kendime yükselteceğim” ifâde-i celîlesi de bunun, ölen diğer mübârek insanların ruhlarının göğe yükseltilmesi gibi rûhânî bir ref‘ anlamında olmayıp, bir insanın hem bedeniyle hem de rûhuyla diri olarak göğe yükseltilmesi mânâsında olduğuna delâlet etmektedir. Nitekim İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan nakledilen; Taberî ve Kurtubî (Rahimehümellâh) tarafından da tercih edilen sahîh görüş; Îsâ (Aleyhisselâm)ın uyutulmaksızın canlı ve uyanık hâliyle göğe kaldırıldığıdır. (et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, 5/448-453; es-Sa‘lebî, el-Keşf, 11/569-570; el-Beğavî, Me‘âlimü’t-Tenzîl, 1/447; İbnü ‘Atıyye, el-Muharrarü’l-vecîz, 2/263; el-Beyzâvî, en-Nesefî, el-Hâzin, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 1/506; el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 4/233-235, 7/503) Îsâ (Aleyhisselâm)ın bu zamâna kadar hiç ölüm tatmadığı ve hayatta olduğu îtikādı ise mütevâtir hadislerle sâbit olduğundan Ehl-i Sünnet arasında ittifaklı bir konudur.
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَاُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَد۪يدًا فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۘ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ ﴿٥٦
56﴿ Artık o kimseler ki kâfir olmuşlardır; bu sebeple onlara hem dünyâda hem de âhirette çok şiddetli olan büyük bir azaplandırma ile azap edeceğim. (İki âlemde de) kendileri için (Allâh’ın azâbına karşı) yardımcılardan hiçbir kimse de yoktur.” Kâfirlere âhirette yapılacak şiddetli azâbın; türlü türlü cehennem azaplarından ibâret olduğu herkesçe mâlum olup, dünyâda tâbi tutulacakları azaplar ise birkaç şekilde tefsîr edilmiştir:
a) İslâm’a girme ya da cizye ödeme tekliflerini kabûl etmeyip savaşma yolunu seçenlerin kılıçtan geçirilmesi veyâ esâret rezâletine dûçâr edilmesi,[l] [l]b) Cizye ödemeyi kabûl edenlerin ise, cizyeye bağlanarak büyük bir alçaklığa mahkûm edilmesi.

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ ﴿٥٧
57﴿ Ama o kimseler ki (Allâh-u Te‘âlâ’ya, kitaplarına ve ayrım yapmaksızın bütün peygamberlerine) îmân etmiştirler ve (namaz, oruç, hac ve zekât gibi) sâlih ameller işlemiştirler; O (Rableri) onlara da (kıyâmet günü) ecirlerini tamâmıyla verecektir. Allâh ise (şirk koşarak en büyük zulmü işlemiş olan) o zâlimleri sevmez. (Kendilerine değer vermez, rahmetiyle muâmele buyurmaz ve yaptıklarına övgüde bulunmaz.)
ذٰلِكَ نَتْلُوهُ عَلَيْكَ مِنَ الْاٰيَاتِ وَالذِّكْرِ الْحَك۪يمِ ﴿٥٨
58﴿ (Habîbim!) İşte sana! (Îsâ, Meryem ve havârîlerle alâkalı) bun(ca mevzu)u; (senin doğruluğuna delâlet eden) âyetler (cümlesin)den (olmak üzere), bir de o hikmetli Zikr (olan Kur’ân-ı Kerîm)den parçalar hâlinde sana onu sürekli okumaktayız.
اِنَّ مَثَلَ ع۪يسٰى عِنْدَ اللّٰهِ كَمَثَلِ اٰدَمَۜ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ ﴿٥٩
59﴿ Allâh nezdinde Îsâ’nın (babasız olarak yaratılmasının) şaşılacak durumu, gerçekten Âdem’in garip hâli gibidir ki; O (Allâh-u Te‘âlâ) onu(n bedenini, ana ve baba aracılığı olmaksızın, kuru, kara ve kokmuş) bir topraktan yaratmış, sonra kendisine: “Vâr ol!” buyurmuştu, o da hemen (canlı ve mükemmel bir insan olarak) vâr olmuştu.
اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ ﴿٦٠
60﴿ (Ey işitme gücüne sâhip olan kişi! İşte) o (duyduğun) hak, Rabbinden (gelmiş)dir. Öyleyse sen (bunların doğruluğu hakkında) şüphe edicilerden olma!
فَمَنْ حَٓاجَّكَ ف۪يهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَٓاءَنَا وَاَبْنَٓاءَكُمْ وَنِسَٓاءَنَا وَنِسَٓاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا وَاَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَى الْكَاذِب۪ينَ ﴿٦١
61﴿ (Habîbim! Îsâ (Aleyhisselâm)ın Allâh’ın oğlu olmayıp, kulu ve rasûlü olduğuna dâir) sana gelmiş olan (bunca) ilimden sonra artık (Hristiyanlardan) her kim onun hakkında seninle çekişirse, (sen onlara) de ki: “Gelin, (en yakın ve kıymetli varlıklarımız olan) oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendilerimizi ve kendilerinizi çağıralım da sonra lânetleşelim ve Allâh’ın lânetini o yalancılar üzerine salalım.”